top of page

Ebeveyn Banyosu

Oct 1, 2024

3 min read

0

11

0

Komodinin üzerindeki saate baktığında yine “sabahın körü” denilen zamanda uyandığını anladı. Artık saat alarmı kurmaya gerek kalmadan, kaçta yatarsa yatsın erkenden uyanıyordu Selma. Eskiden öyle miydi ya? Saatini beş dakika aralıklarla en az dört defa kurması gerekirdi uyanabilmek için.


Gökyüzü gecenin derin karanlığından henüz kurtulmaya başlamış, kopkoyu tonlardan maviye ulaşmasına az kalmıştı. Saatin yanındaki lambayı yaktı, yatağın içinde yavaşça doğruldu. Bekledi biraz. Yataktan fırlayarak kalktığı günler geldi aklına bu sefer. “Buna da şükür” dedi, hala kendi başına halledebiliyordu gündelik işlerini. 

Yataktan inip, terliklerini ayağına geçirdi. Usul adımlarla banyoya doğru yürüdü. Bu evi alırken, fazladan para ödemişti ebeveyn banyosu için. Apartmandaki bir çok ev sahibinin dolaba ve hatta kilere dönüştürdüğü bu banyo, onun için lüks değil tamamen gerekliydi. Yaşadığı tüm evlerde hep sorun olmuştu başkaları ile paylaşılan banyolar. Annesine ev işlerinde yardım etmeye başladığından beri önce çamaşır suları ile temizler, sonra kullanabilirdi banyoyu. Otellerde bile durum aynıydı. Aldığı terapiler de işe yaramamıştı. Neyse ki şimdi kendi banyosu vardı. Sorun edecek kimse de yoktu.

Bu evi severek almıştı. Geniş, çok odalı ve her anlamda ferah birçok evde oturduktan sonra, ilerleyen yaşını, yalnızlığını da hesaba katarak, “kutu gibi” dediği, bu apartman dairesini almıştı. Apartmanın arka bahçesine açılan bir kapısının olması sebebiyle giriş katını tercih etmişti. Salonun bir köşesine açık mutfak yerleştirilmişti. Stüdyo daire kavramı yeni yeni oluşuyordu o zamanlarda. Birkaç değişiklikle salonun diğer köşesindeki tuvalete bir duş başlığı taktırıp su gideri yaptırmıştı, eğer eve gelen birilerinin ihtiyacı olursa, kendi banyosunu kimse kullanmasın diye.

Salonu olabiliğince sade döşemeye özen göstermişti. Gereksiz kalabalık istemiyordu hayatında. Bir duvara olmazsa olmazı kütüphanesi, yakınına bir berjer koltuk, yanında ayaklarını uzatması için bir puf ve diz battaniyesi. Diğer yanında ise okuma lambası ile takım antika bir sehpa; dedesinin babasından. Diğer duvara yerleştirdiği uçuk mavi kanepeye oturup keyifle seyrederdi salonun her köşesini. İki duvarın ortasındaki boydan boya cam arka bahçenin yeşilliğini içeriye taşıyordu. Her mevsimde, bu camın önünde içilen kahve ayrı bir keyifti. 

Salonda kanepe, okuma koltuğu, dört yanında çekmeceleri olan bir orta sehpa dışında bir de anneannesinden kalma ve hala çalışan bir gramofon vardı. En sonunda, en sade evinde, en sakin, ve en yalnız günlerini yaşıyordu.

Ama bugün farklıydı. Bugün yalnız olmayacaktı. Çok özel bir misafiri vardı akşama. Tesadüfen karşılaşıp, baştan tedirginlikle ama sonra artık görüşmelerine engel olmadığını anladıklarında bir kaç defa buluşmuşlardı. Onu kendi evinde, kendinin pişireceği bir yemeğe davet ettiğinde

“Haftaya olsa olur mu? Perşembe uygunum.” demişti adam.

“Tabii ki olur.” derken o günün doğum günü olduğunu da hatırlayıp, sevinmişti içten içe.

Yemek için balık düşünmüştü, barbun balığını ikisi de severdi, biliyordu çünkü, yıllar yıllar önce, birkaç defa arkadaşlarıyla, bir sefer de sadece ikisinin gittiği kaçamak Amasra tatillerinden. Yanına da bol yeşillikli bir salata, bir kaç meze ve rakı.

Sofra hazırlıklarını tamamladıktan sonra, duşunu alıp üzerine rahat bir kot pantolon ve bluz giydi, saçlarını kurutup tepesinde bir firkete ile topladı, sadece rimel ve rujdan oluşan makyajını yapıp, çiçek kokulu parfümünden sıktı boynuna, bileklerine.

Elli iki yaşından beri sayılar uygunsa yer değiştirip o yaşa girdiğini kabul ederdi. Elli iki de yirmi beş, elli üçte otuz beş, elli dört de kırk beş, elli beşte de elli beş olup durmuştu. Sonraki rakamları değişmeye gerek yoktu, gelen yaşları oldukları gibi karşılamış, altmış yaşını beklemişti.

Evet şimdi altmış bir yaşı gelmişti, yer değiştirince en sevdiği yaş; on altı. Gülümsedi, hayat ne güzel tesadüflerle doluydu. On altı yaşında aşık olduğu adamla, yıllar sonra kendi evinde, kimseye sormadan, kimseye hesap vermeden, kimseden korkmadan, kim ne der diye düşünmeden keyifle bir akşam geçirecekti.

Yüzündeki gülümsemeyi ayna da seyrederken, on altı yaşındaki lise öğrencisi halini, okul çıkışlarında eve yürürlerken arkadaşları ile kurdukları hayalleri anımsadı. Yıllar nasıl da akıp gitmişti. 

Son kez ayna da kendini kontrol ettikten sonra salona geçti. Mutfağı salondan ayıran servis tezgahına hazırladığı masayı kontrol etti, pişmeye hazır balıkları tepsisiyle fırındaydı. Sadece buz kovası eksikti. Onu da rakıları koyunca getirecekti.

Gramafona en sevdiği uzunçalarlarından birini yerleştirdiğinde kapı çaldı. “Tam zamanında” dedi kendine. Sabah ağır ağır attığı adımların aksine koşarcasına kapıya ulaştı. Kocaman bir papatya buketini, sonra yanından kafasını uzatan adamı gördü kapıyı açtığında.

“İyi ki doğmuşsun, nice yaşlara” diyerek içeri girdi Kemal.

“Hoş geldin.” dedi elinden papatyaları alırken. Kokladı, tazecik, mis gibiydiler.

“Nasıl hatırladın bugün benim doğum günüm olduğunu, inanamıyorum,” dedi.

“Sana dair hiçbir şeyi unutmadım ki,” diye cevap verdi Kemal.

Gözlerindeki nemi saklayarak, “bir vazo bulmalıyım bunlara, lütfen otur.” dedi mutfak tarafına yönelirken.

Papatyaları sehpaya koydu. Odaya yayılan müzik, Kemal, yeni bir yaş, yeniden on altı. Yüreği gümbürdüyordu.

“Tekrar hoşgeldin Kemal,” 

“Hoşbuldum Selma, lavabo nerede bir ellerimi yıkayayım, malum dışarıdan geliyorum.”

Selma salonun diğer ucundaki kapıyı işaret etti. İçinden derin bir “ohh” çekti, iyi ki benim banyom var, yoksa… 


DD White

30 Eylül 2024


Oct 1, 2024

3 min read

0

11

0

Comments

Share Your ThoughtsBe the first to write a comment.
bottom of page