
Uzak ya da yakın, bir başka şehre ya da ülkeye isteyerek göç ettiğin zaman, aileni, dostlarını, arkadaşlarını, onlarla paylaşılan zamanları, çocukluğunu, aşklarını, birçok anını, sevdiğin tatları, daha bir sürü şeyi bırakıp, hiç tanımadığın evlere, sokaklara, şehirlere gidip yeniden başladığında, umutla “bu sefer başka, hatta daha güzel olacak” sanırız.

Elindeki listeyi son bir kez gözden geçirdi. Vazgeçtiklerinden kalanlarla yeni hayatına kendini hazır hissediyordu. Hiçbir şey eskisi gibi olmasın diye, hata diye tanımladıklarını bir daha yaşamasın diye terk ediyordu bu şehri ve geçmişini. Bu sefer şehirle de kalmayıp, ülke değiştirecekti. Yorgun ama umutluydu…
Kendine verdiği sözü tutacak, kendi kendine yetecek, kimsenin sorumluluğu da almayacaktı Hayatına aldığı her bir insan ondan hep bir şeyler eksiltmişti. Halbuki o paylaşmanın, çoğalmanın peşindeydi.
O kadar hevesliydi ki geçmişinden kaçmaya, kolayca adapte olmuştu yeni hayatına. Sık sık, kendi kendine şaşırarak sorar olmuştu “Bu kadar kolay mı mutlu olmak?” diye.

Bıraktıklar ının yerini doldurmaya başlarsın, yeni arkadaşların olmuş, hatta yeni aşklar yaşamışsındır. Sonra fark edersin ki alışık olduğun kahvaltı, yerini adı yaşadığın yere göre değişen başka bir yiyeceğe bırakmıştır, anlarsın ki bunlara alışmışsındır. Sadece özlersin sahanda menemene ekmek banmayı, sucuklu kaşarlı tostu, poğaçayı, balık ekmeği ya da ekmek arası döneri. Döndüğünde ya da ara sıra gittiğinde ulaşabileceğin, yerine koyabileceğin şeylerdir hepsi.
Kevin ile tanıştıktan kısa süre sonra birlikte yaşamaya başlamışlar, bir süre sonra da evlenmişlerdi. Anne ve babası o çok küçükken ayrılmışlar, kendilerine yeni eşler bulup yeni çocuklar yapmışlardı. Liseyi yatılı okulda, üniversiteyi başka şehirde okuyunca ilişkileri her geçen zamanda hep azalmıştı. Telefonda tebrik ettiler sadece.
Didem mutluluğun sarhoşluğunda Kevin’ın arasıra yaşlı annesine yaptığını ziyaretlerden hiç şüphelenmedi. Haftada bir bazen iki gece ya geç geliyor ya da “annemi yalnız bırakmak istemiyorum, bu gece burada kalacağım,” diyordu. Ne kadar merhametli bir kocası vardı. O da yardımcı olmak istiyordu, “Neden bizimle yaşamıyor, ben de bakarım annene, sen de git gel yorulmazsın,” dedi bir sefer, yorgun ve uykusuz geldiğinde. “Gerek yok, ben hallediyorum işte” deyip kestirip atmıştı Kevin.
Yine o akşamlardan birinde “kek” pişirip yola koyuldu. “Bu gece annemle kalacağım, merak etme” diye mesaj atmıştı. Sürpriz yapacaktı. Esas süprizin kendisini beklediğini bilmeden.
Genç sarışın bir kadın, kucağında sevimli bir bebekle kapıyı açtı. Üzerinde bir eşofman, ayaklarında pofidik terlikler vardı. İkisi de şaşkın gözlerle birbirlerine baktılar. Kadın telaşlanmıştı.
“Pardon, yanlış gelmedim umarım,” başını kaldırıp kapının üzerindeki numara bir kez daha baktı ve devam etti.
“Kevin burada mı?” Kadın,
“Burada, ama ne için aramıştınız bu saatte?” diye sordu.
Ne diyeceğini bilemedi Didem bu şekilde sorulunca, kekeleyerek,
“Şeyy, ben eşiyim, annesi ve onun için kek yapmıştım…” diyebildi, o sırada koridorda Kevin da görünmüştü.
“Kimmiş gelen?” diyordu, kadının kucağındaki bebek de ona “baba”...
Elinden düşmüş müydü kek, yoksa fırlatmış mıydı tam hatırlamıyordu. Arkasını dönüp hızla arabasına doğru koştu. Eve dönerken gözlerinden akan yaşlar aklından geçen sorularla çoğalıyordu.
Baba? Kim di o kadın? Ne zamandır aldatılıyordu? Bunu hak edecek ne yapmıştı?
Ağlayarak uyuya kaldığı kanepe de gözlerini açtığında Kevin’ı karşı koltukta otururken buldu. Kevin,
“Günaydın, hemen anlatmak istiyorum, Lisa ile senden önce beraberdim, ayrıldığımızda hamileymiş. Öğrendiğinde ise ben seninle beraberdim. Lisa sadece çocuğu doğurup, toplanana kadar ona yardım etmemi istedi. Aramızda bir şey yok, annemin yanında kalması hepimiz için en kolay çözüm diye düşünmüştüm. Sana söylemeyi hep planladım ama olmadı, yapamadım. Bebek biraz büyüsün… ”
Lafının bitmesini beklemedi Didem, kalktı yerinden, parmağındaki yüzüğü sehpaya bıraktı.
“O bebeğin yükünü ben kaldıramam, babasız bırakma onu.” dedi. Göç zamanı gelmişti yine.
İçindeki sen göçtüğünde, yani sen senden gittiğinde yerine asla bir şey koyamazsın, nereye gitsen sığamazsın, hiç bir şeyle boşluğu dolduramazsın.