
Telefon konuşmaları bitince saate baktı. Yine epeyce zaman vardı Can’ın eve gelmesine. Parka gitmeye karar verdi. Sonbaharın son günleriydi, yağışlar başlardı yakında. Uzak bir yere taşınırlarsa bu parkı özleyeceğini düşündü ama artık bir arabası olduğunu hatırlayıp, istediği zaman gelebileceğini bilmenin rahatlığı içinde hazırlandı, kahvesini termosa koyup, yola koyuldu. Bu sefer parkın bir başka kapısından girmeye karar verdi. Ara sıra günlük rutinlerde yapılan bu tür değişikliklerin beyine iyi geldiğini söylüyordu bilim adamları.

Park oldukça sessizdi o gün. Manzaralı bir bank ararken gördü Lisa’yı. Tek başına oturmuş, başını öne hafifçe eğmiş, yanındaki kocaman sepet çantada yuvarlanarak açılan yünleriyle haldır haldır örgü örüyordu.
Suzan apartman boşluğunda kızlarla örgü ördüğü zamanları anımsadı, gülümsedi. Ne kadar zamandır hiç örgü örmediğini hatırladı. Çekinerek de olsa nereden geldiğini bilmediği bir cesaretle
“Merhaba,”
dedi ardından kadının yanına oturmak için izin istedi. Normal de hiç yapmadığı bir hareketti.
Lisa pırıl pırıl bir gülüşle;
“Elbette, çekinmeyin lütfen oturun dedi elindeki örgüyü sepete bıraktı, biraz daha yana kayıp yer açtı Suzan’a ve devam etti.”
“Nasılsınız bugün?
“İyiyim, sanırım. Benim adım Suzen, siz nasılsınız?” dedi
Suzan adının söylenişinin çok benzeri Suzanne yi teleffuz ederek tanıtıyordu kendini dil kursundan beri.
“Benim adım da Lisa, oldukça iyiyim. Hava ne kadar güzel, değil mi? Buralarda mı oturuyorsunuz? Ben oldukça sık gelirim bu parka, hiç fark etmedim sizi. Sık ve sürekli gelince bir süre sonra bir çok yüz size tanıdık gelmeye başlıyor. Sizi hatırlayamadım.”
“Ben de sık sık geliyorum ama diğer taraftaki girişi kullanıyorum, bu tarafa gelmemiştim hiç. Bu sefer bir değişiklik yapayım dedim. Sebebi sizinle tanışmakmış demek ki. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı söyleniyor, ne dersiniz?”
“Evet, katılıyorum, bizim bilmediğimiz, ama bizim için hazırlanmış senaryolardan rollerimizi kendimiz seçiyoruz. Jung okudunuz mu hiç? Ben uzun bir süredir bu tür konularla ilgileniyorum. Bir sözü var her zaman aklımı başımdan alır; der ki “bilincinize getirmediğiniz her şey karşınıza kader olarak çıkar.” Ne kadar doğru değil mi? Demek ki kaderimizde varmış tanışmak ve eminim bir sebebi de vardır. Zamanla bunu anlayacağız. Belki birbirimiz için “parktaki kadın” olarak kalacağız ya da kimbilir belki de arkadaş olacağız.”
Gözlerinin içi gülen bu kadından oracıkta hoşlanmıştı. Aklına hemen tek arkadaşı Deniz geldi, ve konuşulacak yeni bir konuları olduğu. Aklından geçenlerin içinde Lisa ve Deniz’in de iyi anlaşacakları vardı. Zihin nasıl da kuruyordu senaryoları çabucak.
Lisa, Yün çantasının altlarından bir poşet çıkardı. İçinden elde sarılmış sigaralardan birini alırken, ona da ikram etti. Tereddütle baktığını görünce, Lisa gülümsedi,
“Merak etme, normal pipo tütünü, böyle çok daha ucuza geliyor, hem başka şeylerin,”
bir kaşını yukarı kaldırmıştı,
“Ulu orta ikram edilmeyeceğini bilecek kadar büyüğüm ben.” Güldüler beraber.
“Yok yanlış anladınız, tiryaki değilim ben ama arada içerim, şimdi canım istemiyor,” dedi. İçinden “ne olur ne olmaz” diye de geçirmişti halbuki. Sigarasını yakan Lisa, içine çektiği dumanı havaya üflerken,
“Aksanlısınız. Nereden?” Diye sordu
“Türkiye, siz?”
“Benim anne köküm Rus, babam Amerikalı. Biraz karışık durumlar yani.” Yüzündeki acı gülümseme bu karışıklığın Lisa’yı nasıl yaraladığı belli ediyordu.
Kırklı yaşlarının başında, sarışın, deniz mavisi ışıl ışıl gözleri, süt beyaz, dupduru cildiyle yaşına göre çok güzel bir kadındı. Akıcı bir İngilizce ile konuşmasına rağmen Amerikalılara benzemediğini aklından geçirmişti Suzan, Lisa annesinin Rus olduğunu söylemeden. Irkların belli özellikleri vardı ve belli oluyordu.
Hikayesini çekinmeden özetledi Lisa. Buraya üç yaşında iken annesi ile gelmiş. Amerikalı bir iş adamının Rusya’ya yaptığı bir iş ziyaretinde iken kaldığı otelin barında çalışan annesi ile olan beraberliğinden doğmuş. Babası onu en başta ve sonrasında da asla kabullenmemiş. Annesi vazgeçmemiş, buralara kadar gelip babasını bulmuştu. Zor şartlarda çalışarak Lisa’yı büyütürken, yıllarca süren mahkemelerden sonra adamın babası olduğunu kanıtlamıştı. Ama yine de adam, Lisa adını demeden ondan adam diye bahsediyordu, onu hiçbir zaman hayatına almamış, fakat mahkeme kararından çıkan miktarı on sekiz yaşını doldurana kadar yollamıştı. Bir de iki yıl yurt kirasını ödemişti. Amerika’da kanunlar kesindi, çocuk yardımını ödemezse yaşına, işine bakılmadan cezası hapisti.
Annesi mahkeme sonrasında Rusya’ya dönmemiş. Lisa’yı iki işte çalışarak büyütmeye çalışıyorken, bir gün iş çıkışında alkollü bir gencin otobanda hız denemesi yaparken arabasına çarpmasıyla hayatını kaybetmiş. Lisa henüz on altı yaşında yapayalnız kalmış bu kocaman ülkede. Babası elbette yine yanına almamış, aylık çocuk yardımına ek, on sekizine girene dek kalabileceği bir yurda yerleştirmişti onu. Lisa babasını on altı yıllık hayatında birkaç kez sadece uzaktan görebilmişti. İlk ve son kez yüz yüze, onu kalacağı yurda götürmek için geldiğinde gördü. Yakışıklı, iyi giyimli, az konuşan bir adamdı. Birkaç saat süren yol boyunca , sadece üç beş kelime çıkmıştı ağzından. Rusların soğuk, donuk insanlar olduğundan söz edilir. İnsanın yüreğinin katılığının ülke ile alakası olmadığının bir başka örneğiydi babası. Kim bilir hangi sebeplerle kızını kabul etmemişti. O zamanlar çocuk aklıyla bir sürü senaryo yazmıştı, okuduğu kitaplar, seyrettiği filmlerden yaptığı çıkarımlarla. Babasının aslında onu sevdiğini ama aşamadığı sebeplerle ona sahip çıkmadığını düşünmek hoşuna gidiyordu. Belki yaptığı iş, belki bağlı olduğu ailesi engelliyordu ona gelmesini. Böyle olduğuna inanmak içindeki kini birazcık sakinleştiriyor, boşluğu az da olsa dolduruyordu.
On sekizinden sonra, maddi destek kesilince hayatı daha da zorlaşmıştı. Okuldan sonraki saatlerde çocuk bakıcılığı yaparak biriktirdikleri ancak bir oda kirasına birkaç ay yetecek kadardı. Üniversiteye gidebilecek parası ve zamanı olmadığı için liseden sonra okumayı düşünmemişti bile. Bir süre garson olarak çalışmıştı. Aldığı aylık sadece kirasını karşılamaya yetiyor, bahşişlerle geçinmeye çalışıyordu. Gün güne uymadığından, ne kazanacağını bilmeden yaşamak stresliydi. Daha sonra bir giyim mağazasında çalışmaya başladığında en azından alacağı parayı bilmek, ona göre plan yapabilmek kendini iyi hissetmesini sağlamıştı. İş yerinin güvenliğinde çalışan yakışıklı delikanlı ile tanıştığında, annesinden başka birinin ilk kez onunla ilgilenmesinin sarhoşluğuna kapılmış, ilk kez bir erkekle beraber olmuş, aşık olduğunu sandığı adamla evlenmişti. Kısa süreli, yanlış bir evlilik, ardına birkaç gönül yarası derken o da yaşadığı yeri değiştirmeye karar vermiş. “Pahalılıktan, trafikten, kalabalık sokaklardan bıkmıştım ama alışmıştım da New York’a, sonunda çok uzaklaşmadan sakinlemek için bu tarafa taşındım. Pişman da olmadım.” demişti.
Suzan’ların oturduğu apartmanların biraz daha kuzeyinde kalan başka bir apartman komplexinde o da kutu gibi bir evde oturuyordu. Evinin yakınında bir markette kasiyerlikle başlamış burada yaşamaya. “Aylarca sakinliğe, sessizliğe şaşırdım, meğerse ne kadar gerekliymiş” diye ekledi hikayesinin sonuna doğru. Kendi kaderini bir başka çocuğa yaşatmamak için doğurmamış. Burada da birileri ile tanışmış, takılmış ama aradığı adamı hala bulamamıştı ama umudu vardı. Yalnızlık zordu, her dibe vuruşta eline bir yün alıp örgü örmeye başlayan Lisa, ördüklerini görenlerin talepleriyle sipariş almaya ve örgülerinden para kazanmaya başlamış. Birkaç yıl içinde de marketteki kasiyerlik işinden daha fazla kazandığını fark edince, işten ayrılıp keyfince sadece örgü örerek yaşamını sürdürmeye başlamıştı. Kırk yıla yakın hayatını on beş dakika da özetlemişti.

“Örgü örer misin? Sana öğretebilirim, istersen. Muhteşem bir terapi,” dediğinde Suzan zaten bildiğini, neden bu kadar zaman aklına gelmediğine şaşırarak söyledi.
“İyi o zaman, bir sonraki park buluşmamızda görelim neler yapabiliyorsun” dedi gülümseyerek Lisa. Bir daha görüşme fikri, yeni ve hem cins bir arkadaş bulmuş olma sevinci ile Suzan parktan eve gelirken doğruca bir hobi mağazasına gitmişti. Yünler, şişler, tığlar alıp bir şeyler örmeye başlayacaktı.